Bahattin Şimşek; Hakemlik bizde baba mesleği
MHK’nın umut beslediği genç hakem, bir dönem Süper Lig’de düdük çalan Selami Şimşek’in oğlu. Lise yıllarına kadar lisanslı olarak futbol, basketbol ve yüzmeyle uğraşan tepeden tırnağa bir sporcu, profesyonel bir cankurtaran… Bu özellikleri onu tam bir atlet haline getirmiş ve hakemlik hayatına da büyük bir avantaj olarak yansımış. Hakemliğin “baba mesleği” olmasının avantajını ise gönüllü bir mentöre sahip olarak kullanıyor.
MHK’nın gelecek vaat eden hakemlerden biri olarak gördüğü Bahattin Şimşek’i daha yakından tanımak istiyoruz.
1 Ocak 1988 doğumluyum. Aydın’da doğup büyüdüm. Üniversiteyi de Aydın’da okudum. Daha doğrusu Aydın’dan hiç çıkmadım diyebilirim. Sadece üniversitede okurken hem çalışma hem de spor olsun diye Fethiye’de cankurtaranlık yaptım. Çocukluğum hep spor üzerinde geçti. Lisanslı olarak futbol, basketbol oynadım ve yüzdüm. Futbolda Aydınspor’un altyapısındaydım. Daha sonra lisanslı olarak yüzdüm. Basketbolu da Gençlik Spor Kulübü’nde 7-8 yıl kadar oynadım. Yüzme liseye kadar olan bölümde sürdü. Üniversitede okurken profesyonel cankurtaranlık yaptım.
Bu ilginç bir durum. Hayatımızda her dakika karşımıza bir cankurtaran çıkmıyor. Neler yaşadınız orada?
Cankurtaran olarak hayat kurtarmadım. Turizm bölgesinde çalıştığımız için cankurtaran bulundurulması mecburiydi. Ölüdeniz’de, Kumburnu plajında çalıştım. Orada hem tatilimi yaptım hem İngilizcemi geliştirdim. Şanslıydım, müdahalede bulunmam gereken bir olay olmadı. Açıkçası olsun da istemiyordum zaten. Onun sorumluluğu çok büyük.
Ailenizi tanıyabilir miyiz? Bildiğimiz kadarıyla babanız da eski bir üst klasman hakemi…
Annem aslında ev hanımı ama daha sonra kendisine kadın giyimi üzerine bir dükkân açtık. Babam Selami Şimşek emekli beden eğitimi öğretmeni ve aynı zamanda eski futbol hakemi. 1996-99 yılları arasında Süper Lig’de görev yaptı. Ancak talihsiz bir kaza geçirdi ve kademeli olarak hakemliği bırakmak zorunda kaldı. Bir düğün esnasında bacağına araba çarpmış ve o yüzden sakatlanmıştı. Uzun yıllardır gözlemcilik yapıyor. Şu an üst klasman gözlemcisi. Abim 2004’ten beri İstanbul’daydı ama o da 3 ay önce İzmir’e taşındı. Bense 1.5 yıldır evliyim. Eşim Ankaralı ve maliye mezunu. Yazın gireceği sınavlara hazırlanıyor.
Ailenizde sizden başka spor yapan birileri var mı?
Abim 1-2 yıl kadar hakemlik yaptı. Fakat koşmayı sevmediği için kısa sürede bıraktı. Üniversitede okurken Aydın’a tatile geldiğinde hakemlik yapıyordu. İl hakemiydi. Babadan oğula geçen bir hakemlik serüvenimiz var.
Adnan Menderes Üniversitesi’nde BESYO’yu bitirdiğinizi biliyoruz. Eğitim hayatınızdan da bahseder misiniz?
Küçüklüğümden beri spora olan sevdam, eğitim yıllarıma da yansıdı. Üniversitede tek amacım ya turizm ya da beden eğitimi okumaktı. Spor ağırlıklı olduğum için beden eğitimini seçtim. Futbol antrenörlüğü mezunuyum. 2006 yılında Adnan Menderes Üniversitesi BESYO’ya girdim, 2010’da mezun oldum. Bitirir bitirmez askere gittim. Askerliğim de şansıma İzmir’e çıktı. Her hafta sonu evimdeydim. Futbolun hem okulunu okudum hem oynadım hem de babadan gelen bir hakemlik kültürü var. Bu benim hakemlik gelişimimde çok faydalı oldu. Halen de oluyor. Her ne kadar “Babadan mentör olmaz” deseler de birçok maçtan sonra beraber oturup muhakememizi yapıyoruz. Bu benim için çok faydalı oluyor.
Babanızın maçlarına gider miydiniz?
Açıkçası hayal meyal hatırlıyorum o dönemleri. Babamın maçlarına hiç gitmedim.
Hakemlik sizde baba mesleği olduğu için mi bu yola yöneldiniz?
Futbol hakemliği hiç aklımda yoktu. Babam emekli beden eğitimi öğretmeni. Spor onun da yaşam biçimiydi yani. Ama hakemlik benim hayalimde hiç yoktu. Kursa katıldım. İlk maça çıktıktan sonra bunun bırakılmayacak bir tutku olduğunu anladım. Bu seviyelere kadar gelebildim. Şu an bile yolun çok başındayım. Önümüzde uzun yıllar var. İnşallah bu kategorilerde uzun yıllar görev yapmak nasip olur.
Hakemlik çok zor bir meslek. Sürekli hedefteki adamsınız. 10 maçı mükemmel idare etseniz de bir maçtaki küçücük bir hata yüzünden hepsi unutuluyor. Buna rağmen ne oldu da, “Tamam ben kesin olarak profesyonel bir hakem oluyorum, başka bir yola sapmayacağım” dediniz?
Dediğiniz gibi, bir hata yaptığınız zaman, yönettiğiniz 10 iyi maç unutuluyor. Fakat bu bir meslek. Hatalı maçlarımız da olabilir. İyi yönettiğimiz maçlar da olacaktır. Onlar daha fazla olacaktır. Bu duruma ister istemez kendimizi alıştırıyoruz. Bu işten maddi-manevi birçok kazancımız var. Mantalitemizi, kafa yapımızı, hayatımızı hakemliğe adamış oluyoruz. Yaşantımızı buna göre şekillendiriyoruz.
MHK’nın hakem danışmanlığını yapan ve hakemlerimizi eğiten Roberto Rosetti ile nasıl bir ilişkiniz var?
Rosetti’nin genç hakemlere bakışı çok olumlu. Ali Palabıyık, Arda Kardeşler, Halil Umut Meler, Ümit Öztürk gibi genç hakemlere çok pozitif bakıyor. Her arada gençlerle konuşuyor. Benim de kendisiyle diyaloglarım oluyor. Türk hakemliğine ciddi anlamda katkı sağladığını düşünüyorum. Yolun başında olduğum için gerek kadrodaki tecrübeli ağabeylerimden, gerekse Rosetti’nin eğitimlerinden öğrendiklerimle kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
Bir hakem için şöhret sahibi olmak, saha içinde lider pozisyonda bulunmak ya da adaleti sağlamak gibi birçok faktör var. Bu faktörlerden hangilerini kendinize yakın hissediyorsunuz?
Aslında bunların hepsinin bir hakemde olması gerekiyor. Herkesin kişisel özelliklerine bağlı olarak bir tarzı vardır. Açıkçası herkes benim mütevazı olduğumu söyler. Ama sonuçta saha içini bir şekilde yönetmemiz gerekiyor. Tabiî ki mütevazı olmak güzel bir şey; benim hoşuma da gidiyor. Ama saha içinde oyun kuralları neyi gerektiriyorsa o şekilde davranmamız gerekiyor. Çünkü oradaki oyun bizim düdüğümüzle duruyor, bizim kararımızla sonlanıyor veya başlıyor. Bu anlamda saha içinde dirayetli ve güçlü olmak gerekiyor. Biz sahada gördüğümüzü değerlendiriyoruz.
25 Ekim 2008 tarihinde Denizlispor’un Gençlerbirliği’ni 3-2 mağlup ettiği PAF Ligi maçıyla yeşil sahalara yardımcı hakem olarak adım attınız. O ilk günü nasıl hatırlıyorsunuz?
Yardımcı hakem olduğum için çok bir şey hatırlamıyorum. Ama hakem olarak ilk maçım Yeşil Bursa ile Arsinspor arasındaki mücadeleydi. Çok heyecanlıydım. Hatta heyecandan yol planı bile yapamamıştım. Otobüsle gitmiştim Bursa’ya. Araba kiralamamıştım. Yardımcı hakemlerim tecrübeliydi. Yanıma tecrübeli yardımcı hakemler vermişlerdi. Müsabakadan sonra iki takım oyuncuları da, “Hocam ilk maçınmış. Tebrik ederiz. Hayırlı olsun. Aramıza hoş geldin” tarzında şeyler söylemişlerdi. Belki de çoğu benden yaşça büyüktü. 2012 yılıydı… Güzel bir anıydı. O maçı hiç unutamam.
O tarihten sonra neredeyse bütün liglerimizde maç yönettiniz. Ancak ilk Süper Lig deneyiminizi geçen sezon 2 Haziran 2017 tarihindeki Gençlerbirliği-Kasımpaşa maçıyla yaşadınız. Diğer liglerle Süper Lig arasındaki farkları anlatır mısınız?
Süper Lig’deki en önemli farkın hız olduğunu söyleyebilirim. Kesinlikle hız. Oyuncular daha profesyonel. İlk maçıma çıktığım zaman 15 dakika nereye koşacağımı bilemedim açıkçası. Oraya mı gideyim, diğer tarafa mı koşayım şaşırdım. Devre arasında ise daha rahat olmam gerektiğini düşündüm. Çıkıp daha rahat bir maç yönettim. Ligin son maçıydı. Oyuncularda da “Hadi bitsin de tatile gidelim” havası vardı. Süper Lig’de oyuncular kendilerine daha iyi bakıyor. Daha hızlı ve daha güçlüler. Mücadele dozu daha yüksek. Futbolu daha iyi biliyorlar. Neyin faul, neyin kırmızı kart, neyin ofsayt olduğunun çok çok daha iyi farkındalar. Kuralları neredeyse bizler kadar biliyorlar.
Hakemler hakkında belki de en çok akla gelen soru budur… Çünkü iyileri kimse konuşmaz… Kötü bir maç yönettikten ya da TV’den hata yaptığınızı gördükten sonra neler hissediyorsunuz?
“Keşke yapmasaydım” diyorum. Sizin de bildiğiniz gibi gözlemciyle birlikte maç sonu toplantısı yapıyoruz. O toplantıda yaptığımız iyi şeyleri değerlendiriyoruz. Yaptığımız hatanın farkına ise sıcağı sıcağına varmıyoruz. Fakat eve gidip dinlendiğimizde, ertesi gün bunun yanlış olduğunun daha net farkına varıyoruz. Elbette üzülüyoruz. “Keşke yapmasaydık” diyoruz. Fakat üzüntümüz de bir veya iki gün sürmeli. Maksimum iki gün olmalı. Bu hatanın sebebini bulmaya çalışıyorum. “Ben bunu neden yaptım?” diye soruyorum kendime. Bulduğum zaman da yaptığım hatayı ve sebebini yazıyorum. Bir sonraki maça çıkmadan da bu notlarımı okuyorum ve tekrar muhakeme yapıp maça hazırlanıyorum.
Süper Ligimizin yeni hakemlerindensiniz. Bu seviyeye gelirken dönüm noktanız neresi oldu?
2015 yılında Halil Umut Meler, Ümit Öztürk, Caner Ak, Mehmet Emre Atasoy Süper Lig’e çıktığı zaman ben de seminere çağrılmıştım. Süper Lig aday hakemiydim. O sırada Malta’daydım. Hakemlik için dil eğitimine gitmiştim. O güne kadar da 2. Lig ve 3. Lig’de zorlu müsabakalar yönetmiştim. Fakat “Seni ön plana çıkan şey ne?” dediğiniz zaman hakemliğe başladığımdan beri herkes atletik değerlerimin iyi olduğunu söyler. Birinci sebep bence bu. Dönüm noktası neresidir? B klasman hakemiyken yönettiğim Menemenspor-Ankaragücü maçı diyebilirim. Birinci ve ikinci sıradaki takımların maçıydı. Çok önemli ve kritik bir müsabakaydı. Penaltı, kırmızı kart ve 7 golün olduğu bir müsabakaydı. O maçtan sonra, Yusuf Namoğlu başkanımızın MHK’sı bana güvenip A klasman maçı verdi. Manisaspor-Samsunspor maçını da başarıyla yönettim ve ardından bir daha 1. Lig’de Denizlispor-Ümraniyespor maçında görevlendirildim. Bu maçtan da alnımın akıyla çıktım. Dönüm noktam bu şekilde oldu. Sonrasında Süper Lig seminerine çağrıldım. Daha sonra ilâve hakem oldum. İsmim yavaş yavaş duyulmaya başladı. Tek bir maç yok aslında beni yukarı çıkartan… Birden değil, yavaş yavaş çıktım. O yüzden “şu maç” diyebileceğim bir maç yok. Mesela Ümit Öztürk’ün Kasımpaşa-Tuzlaspor maçında bir deparı vardı; herkes onu hatırlar. Bana sorarsanız, benim öyle bir dönüm noktam yoktu. Yavaş yavaş oldu her şey.
Hakemlikteki hedefiniz nedir? Kendinizi hangi maçı yönetirken görmek isterdiniz?
Tabii ki hedefim FIFA kokartı takıp, Avrupa’da müsabakalar yönetmek. Ama her zaman yaptığım gibi basamakları yavaş yavaş çıkmakta fayda görüyorum. Ben şu an Süper Lig hakemiyim. İlk hedefim Süper Lig’de belirli sayıda maç yönetmek. Daha sonra kalıcı olmak. Daha sonra da kendimi geliştirip FIFA kokartı takmak ve Avrupa’da görev almak. Bu artık hayal değil. Çünkü Cüneyt Hoca yolumuzu o kadar güzel açtı ki, arkadan gelmemiz için ön ayak oluyor şu an.
Kendinizi daha da geliştirmek için neler yapıyorsunuz?
2015 yılında dil eğitimi için Malta’ya gittim. Daha sonra İngilizce kurslarına hep devam ettim. Halen de gidiyorum. FIFA kokartı takabilmek için, öncelikle İngilizcenizin iyi olması gerekiyor. Şu anda İngilizcem orta düzeyde. Bu yaz da nasip olursa tekrar bir ülkeye gideceğim.
Türk hakemliğinin önünde Cüneyt Çakır gibi uluslararası arenada çok başarılı olmuş bir örnek var. Çakır’ın başarıları sizi nasıl etkiliyor?
Cüneyt Hocanın başarılı olması bizim özgüvenimizin yerine oturmasına yardımcı oluyor. Bizim hayal bile edemeyeceğimiz yerlerde Cüneyt Hocamız maçlar yönetiyor. Yazın da Dünya Kupası’na gidecek. Bu bizim için onur verici bir şey. Biraz önce de söylediğim gibi bu yol açık ve yolu açan da Cüneyt Hoca. Biz de arkasından gidebilmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Genç hakemler de çok şanslı. Profesyonel hakemlik geldi. Artık hakemlik bir meslek oldu. Cüneyt Hocamızın öncü olduğu bir yerde kendilerine bakarlar, profesyonel yaşamaya dikkat ederlerse ki buna ben de dâhilim; uzun yıllar burada görev yapıp, Türk hakemliğine katkıda bulunabilirler.
Kendinize örnek aldığınız hakem ya da hakemler var mı?
Cüneyt Çakır, Halis Özkahya ya da Fırat Aydınus’u bu kadroya girmeden önce sadece TV’de görüyor ya da kendileriyle havalimanında karşılaşıyordum. Bu kadroya girdikten sonra üst düzeydeki hakemlerin kişiliklerini de tanımaya başladım. Şu hakemden şunu, şu hakemden bunu alıyorum diye bir şey söyleyemem. Her hakemin kendime göre olumlu yönlerini alıyorum. Kadroda 22 kişiyiz. En gençleri de biziz. Benden 1 yıl önce yükselmiş bir hakemden bile bir şeyler alabilirim. Bu anlamda gelişime açık olmamız gerekiyor. Bunu da bu kadroda bulunduğumuz sürece iyi değerlendirip, ağabeylerimizden, hocalarımızdan gerekli doneleri toplayarak kendimizi geliştirmemiz gerekiyor.
Üniversitede futbol üzerine eğitim almanın faydasını hakemlikte görüyor musunuz? Gençlere nasıl tavsiyelerde bulunursunuz?
Beden eğitimi okuyunca ister istemez spor hayatınızın içine giriyor. Gençlere şöyle bir tavsiyede bulunabilirim. Fiziksel yeterlilik olarak evet BESYO çok önemli. Ama İngilizcelerini kesinlikle geliştirmeleri gerekiyor. Genç yaşta adımlar atmaları gerekiyor. 2015’te dil eğitimine gittim; keşke daha önce imkânım olsaydı da 5 yıl önce gitseydim.
Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Hobileriniz neler?
Bu aralar çok boş vaktim yok. Boş vakitlerimi de eşimle geçiriyorum. O şu anda çalışmıyor. Bu açıkçası benim de işime geliyor. Çünkü birlikte vakit geçirecek fırsat buluyoruz. Aydın’da yaşıyoruz. Eşimle beraber gezmek ve dinlenmek için Kuşadası’na gidiyoruz bazen. Orada yazlığımız var. Kayınpederim de Mordoğan’da yaşıyor. Sıklıkla kendisinin yanına balık tutmaya gidiyorum. Sabahları tekneyle denize açılıyoruz. Geri kalan vakitlerde eşimle sosyal aktivitelerde bulunuyoruz. Sinemayı çok seviyoruz. Yeni çıkan filmleri takip etmeye çalışıyoruz.
Hobilere değinmişken fobilere değinmemek olmaz. En büyük korkularınız nelerdir?
Evde tek kalamama diyebilirim. Sürekli seminerde, sürekli maçta olduğumuz için evde tek kalmayı sevmiyorum. Hiç hoşlanmam. Eşim hep yanımda olsun isterim. Ya da ona çok alıştım. Bu da olabilir.
Röportaj: Rasim Artagan / TamSaha